27
denbire değişiveriyor. 16 yaşındaki oğlum
bile, cep telefonu ekranından kafasını kal-
dırınca, ”Babacığım, burası daha bir derli
toplu sanki. Size de öyle gelmiyor mu?”
dedi şaşkınlıkla. Kesinlikle doğru! Sanki
görülmeyen bir çizgi varmış gibi, İsviçre ta-
rafı daha temiz, pak, daha bir nizami.
İlk durağımız Lugano. 2015 yılı nüfus sayı-
mına göre 63.668 kişinin yaşadığı şehir,
İsviçre’nin en varlıklı yerlerinden biri. Şe-
hir, Lugano Gölü’nün etrafına yayılmış.
Göl kenarı boyunca uzanan geniş yola,
asırlık ağaçlar eşlik ediyor. Altlarında ser-
bestçe gezinen kuğular, tüylerini temizle-
yen ördekler. Biraz ilerideki parkta, büyük
satranç takımı, bir oyun ve rövanşı için du-
ruyoruz. Baba-oğul karşılıklı kaşlarını çata
çata, büyük bir ciddiyetle oynuyorlar. Bir-
kaç dakikaya kalmadan yanaşıp seyreden,
dayanamayıp fikir veren insanlar etrafı-
mızda birikiyor.
Ama benim Lugano’da en çok imrendiğim
şey, bu kadar az nüfusa rağmen, bir AKM
kadar, fakat ondan çok daha güzel bir kon-
ser salonları ve tabii ki köklü bir orkestra-
ları olması: L’Orchestra della Svizzera itali-
ana, yani İtalyan İsviçresi Orkestrası.
Orkestranın başkemancısı Polonyalı Ro-
bert Kowalski ile gezimizden bir ay sonra,
Tekfen Filarmoni’nin müzisyen seçmele-
rinde karşılaşacağımı nereden bilebilir-
dim? Genç, yetenekli ama ağırbaşlı Robert,
jüri üyelerimizden biri idi. Dünya ne kadar
küçük ve ne çok tesadüflerle dolu!
Fakat her şey çok pahalı! Aman Allahım,
TL karşısında döviz mi güç kazandı desem,
TL mi zayıf düştü desem, nasıl dersem di-
yeyim, yine bizim cüzdan zarar görüyor...
Her şeyi 4 ile çarpmak, ağır geliyor insana.
Fakat dünyayı da görmek, tanımak lazım.
Oğlan Türkiye’yi futbolla geziyor, deplas-
manda şehir şehir dolaşıyor, o yüzden se-
nede bir başka bir memleket keşfetmek,
dünyayı görmek önemli.
Lugano yüksek dağlarla çevrili, bunlardan
biri de 925 metrelik Monte Bre. İtalyan
Alpleri’nin en yükseği bu değil tabii ki, ama
araba ya da füniküler ile kolayca çıkılabilen
Monte Bre nefes kesen bir manzara sunu-
yor. Bundan sonra gidecek varsa, benden
tavsiye, kesinlikle fünikülerle gitsin. Aksi
takdirde, ”Biz nasılsa yolu kendimiz bulu-
ruz” deyip de arabayla giderse, çık 702 ba-
samak, in 702 basamak, benim gibi 1404
basamak inip çıkmış olursunuz!
Ziyaret ettiğimiz üçüncü göl, Locarno şeh-
rinin de olduğu Lago Maggiore, yani Büyük
Göl. Locarno, aynı adı taşıyan uluslararası
film festivali dışında, çok da kişilikli bir şe-
hir değil. Ama hemen yanı başındaki ufacık
Ascona, bir cevher. Gölün üzerinde, kordon
boyu uzanan rengârenk evler, kafeler, don-
durmacılar, el sanatları işportaları, akşam
saatlerinde dolup taşıyor. Koyun ucunda
illa bir konser, bir etkinlik ve kaçınılmaz
olarak bir havai fişek gösterisi! Arka sokak-
larda birçok sanat galerisi, çeşitli dükkânlar
ve belli ki müdavimleri olan trattorialar (lo-
kantalar). Arabalar her yere giremiyor, şeh-
rin girişinde yeraltı otoparkına bırakıp do-
laşıyorsun. Gerçekten çok keyifli.
Bir itirafta bulunmam gerekirse o da şu:
Gezi boyunca hiçbir müze, sergi, katedral
gezmedik! Hatta Milano’ya gittiysek de,
birkaç saat sonra kalabalığından ve sıcağın-
dan yaka paça kaçtık. Meşhur Duomo’ya
bile dışarıdan şöyle bir göz gezdirdik.
İstanbul’un kalabalığından yorgun düşmüş
olabilir miyiz acaba? Buna mukabil güzel
kahve içmek için hiçbir fırsatı kaçırmadık.
Dino’nun tattırdığı her çeşit peynir, et ve el
yapımı makarnadan afiyetle yedik. Aileyi
temsilen bendeniz, en sevdiğim aperitifler-
den bol buzlu Apérol Spritz’den bol bol yu-
dumlayıp, sosyal medyada düşman çatlat-
mayı ihmal etmedim. Ve bir hafta öyle
çabuk geçti ki, geleneksel kartpostal yazıp
gönderme merasimi de son güne kaldı.
Como’nun posta kutuları da pek güzel!